Fırat ENSARİ
İNSANLIĞIMIZI YİTİRİYORUZ
Büyüyen, örümcek ağı gibi yaşamımızla beraber zihnimizin her zerresini etkisi altına alan sanal bir evrenin esiriyiz artık desem, büyük bir çoğunluk bana katılırsınız herhalde.
Sürekli bir kaçış halindeyiz, yaşamın gerçeklerinden sanal alemin sığınılan sahte sığlıklarına doğru.
Hakikatin asil duruşunu terk edip, maddi çıkarlarımızın hükmünü kıble edinmiş riya ve yalanı, tereyağıyla ekmeğimize sonsuz bir iştahla sürerek kemiriyoruz, rızk özelliğini yitirmiş midemizden kursağımıza inenlerin üzerine.
Yok ediliyoruz; görülme, beğenilme aman beni fark edin ben buradayım eylemlerinin, kendi egomuzu şiar edinen bireyselliği içerisinde.
Çırpınıyoruz enformasyon denen asit yağmuru altında.
Bedenimiz felç, beynimiz göçük halde depremleri yaşıyoruz, harabe haline dönüşmüş ruhumuzun enkazı altında.
İnsanlığımızı yitiriyoruz…
Hem de öyle yavaş yavaş, usul usul değil.
Teknoloji çağının hızının üzerinde, değer yargılarını un ufak ede ede.
İnsanlığımızı yitiriyoruz…
Kullandığımızı zannedip, kullanıldığımızın dahi farkında olmadığımız bir cep telefonu olmanın dışında, İblisin oyuncağı haline gelmiş o evren içerisinde.
Amaç ve ülkü eksikliğimizin yörüngesinde ki dengesizliğimizle, kendi varlığımızla olan ilişkimizin sadakatsizliğinin derin sancılarında, var olmuş gibinin varlığını sürdürmeye çalışıyoruz.
İnsanlığımızı yitiriyoruz…
Oyun kurucular denen; görünmese de yönlendiren, inkar edilse de yaşamımızın her safhasına her nevi içerikle işleyen, bireyselliği öne çıkarıp aileyi yok sayan, kapitali damarlarımıza en zehri haliyle şırınga ederek, sadece onu düşünmemizi isteyen küresel aklın cenderesinde.
Ulvi olanı da terk ediyoruz…
Terk ettiklerimizle yalnızlaşıyoruz.
Teknoloji adı altındaki yenilik değirmeni zaman ve zihnimizi öğütürken, maneviyatımız, işe yaramaz bir posa gibi atık halini alıyor.
Ele geçirmek için uğraş verdiklerimizin bizi ele geçirdiğinin farkında da değiliz.
Kanaatini içselleştiremediğimiz tüketimin sonsuz dişlileri arasında ezilip duruyoruz, önümüze atılan kemik kırıntılarını nimet sayarcasına.
Deneyimlerimizin ne olduğuna bakmaksızın, beklentilerimizin baş edilmez olan “ Ben her şeyin en iyisine layığım” dayatmasının, her yolu mubah gören utanmazlığını sindiriyoruz içimize.
İnsanlığımızı yitiriyoruz…
Ulvi olanı yitiriyoruz…
Ölümün şah damarımızdan daha yakın olduğunu bile düşünme gereği hissetmeden.
Eni sonu ulaşılacak menzilin o olduğunu bile bile…